Nurunu Güneşten Alanlar

Nurunu Güneşten Alanlar

cuma“De ki: Allah’ın katındakiler, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah rızk verenlerin en hayırlısıdır.”

Mescid-i Nebi’de sıra sıra olmuştu müminler. Kainatın Biriciği Efendimiz A.S.’ın nur halesine boyun eğmişler, dünyaya ait tüm düşüncelerini geride bırakarak Rahman’ın huzurunda kenetlenmişlerdi. Bir cuma günü… Nice günahlar bu günün vesilesi ile bağışlanacak, kuruluş muştusunu alan mümin o gün bayram edecekti. O günde öyle bir saat vardı ki, kul o saatte Rabbi’nden bir şeyi istese, Rabbi onu verecekti.

Bir Cuma Günü

İşte o yüce insan, cuma gününün pek çok güzelliklerini dağıtmak üzere yine toplamıştı gözbebeklerini etrafına. O’nun etrafında bulunanlar neler yaşamamıştı ki o zamana değin… Mekke’deki meşakkatli günler geride kalmış, Akabe tepeciklerindeki hareket Medine’ye hicretle gönülleri canlandırmıştı. Hele Mescid-i Nebi’nin yapılışı… Tek vücut olmuştu sahabe o gün. Her ferdiyle bir bütündü artık bu şehir. İşte bu şehrin insanı o gün cuma namazı için oradaydı.

Ne var ki o yıl kıtlık pusu kurmuştu onlara. Gerçi nelere göğüs germemişlerdi ki… Yine de verdikleri mücadele, sadece inandıklarını yaşayabilmek içindi. Şimdi ise yokluk kapıya dayanmış, tüm Medine halkı açlık ve pahalılık ile karşı karşıya gelmişti. Ticaret adeta durmuş, buğday, kuru üzüm gibi temel gıda maddelerini bile göremez olmuşlardı.

Eğer şu gök kubbenin altında zorluk çekmenin ne demek olduğunu bilen birileri varsa, Sahabe-i Kiram’dır. Tüm bu yaşadıkları ile beraber, onlar Rasul’ün arkadaşları ve müminlerin biricik örnekleri idi.

Esasen onların varlıklarındaki öz, bolluk ve zenginlik değildi. Yemeye-içmeye asla itibar etmezlerdi.  Zira bolluk gördüklerinde de her şeyi kardeşleri ile paylaşmışlardı. Rasul’ün gözbebekleri oluşu, kendisinden sonra müminlere örnek oluşlarındaki sırda gizlenmişti. Ne var ki insandılar…

Asr-ı Saadet’in iki zengin insanı Abdurrahman b. Avf ve Dıhya b. Halife, Şam’a ticaret kervanlarını göndermişlerdi. Her nasılsa bu kervan halkın o günlerde beklentisi olmuştu. Gerçi imkanları yoktu bir şeyler almaya, ama bir umut…

İşte o günlerdi… Kainatın Biriciği ayakta cuma hutbesine başladı başlayacaktı. Ama tam o sırada uzaktan def sesleri duyulmaya başladı. Bunlar ticaret kervanının gelmekte olduğunu gösteren bir işaretti. Kervan sesleri yaklaştı, yaklaştı, mescitteki müminlerin içlerinde çınlamaya başladı. Bir ibret tecellisi, kalpler kıpırdanmaya başladı.

‘Eğer Siz de Gitseydiniz….’

Zihinlerdeki ‘ya başkaları bizden evvel gider malları ucuza alır, biz geri kalırsak’ düşüncesi harekete dönüştü. Pek çok kişi kervanı karşılamak üzere mescitten ayrıldı. Kala kala Rasulullah A.S. Efendimiz’in yanında oniki kişilik bir grup kaldı. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, İbn-i Mesud ve diğerleri…

“Gökten ne gelse, yer için ne kaçacak bir bucak, ne çare, ne de pusu bulunur. Güneş üzerine ateş yağdırır da, zemin bu ateşe teslim olur. Gökyüzü rahmet eder gözyaşlarını akıtır da, ‘ben esirim, her ne istersen getir’ diye Eyyüb A.S. misali teslim olur.” (Hz. Mevlâna)

Fakirlik insana neler yaptırmaz ki… Kişi muhtaç olmayagörsün!.. O an buğdayda hayat emaresi görenler buğdaya; ‘diri diri kendimi topraklara gömeyim de, onun gözü önünden mi kaybolayım’ diye  düşünüp, tende can bulanlar ise Rasul’e yöneldi. Bu yöneliş ise Resulullah A.S. Efendimiz’in:

“Allah’a yemin olsun ki siz de onlara tabi olup gitseydiniz ve sizden hiçbiriniz burada kalmasaydı, üzerinize bir vadi dolusu ateş sel gibi gelirdi” sözüyle gidenler için bir kurtuluş imkanı oldu.

Ve o gün, Allah Tealâ arşın üzerinden yaradılmışlara rahmetler sunmuştu. Cebrail A.S. yağmurların yeryüzünü yıkayıp temizlediği gibi mescide geldi. Sahabe-i Kiram’ın kendisini terk etmesiyle mahzun olan Gönüller Sultanı’na:

“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman oraya gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah rızk verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma/11) ayetini indirdi.

Cibril-i Emin’in gelişiyle Rasulullah A.S. Efendimiz, mescitte kalanlara ve onlar vesilesi ile tüm yeryüzüne adeta bir güneş gibi yeniden doğdu, kalpleri bir kez daha canlandırdı. Ardından hutbeyi okudu ve cuma namazını kıldırdı…

Topraktan Göklere

Yıllar geçti. Nihayet Rahmet Peygamberi sıfatıyla bu yüce insanın yeryüzünden göklere yükselişine semadaki melekler sevinirken, yeryüzünde yine matem vardı. Medine en karanlık gününü yaşamış, aynı mescitte gözyaşı dökmedik sahabe kalmamıştı. Eller ve gönüller Yüceler Yücesi’ne yönelmiş, güneş yine doğsun diyorlardı adeta. Hz. Ömer R.A. nasıl beklemişti o güneşin doğuşunu mescitte!.. Ne var ki peygamberlik güneşi bir daha doğmayacaktı.

“Ey insan, gör ki ben toprağa nice tohumlar ektim. Bu toprağın bir parçası iken seni de ben yükselttim. Hadi bir hamle yap da, toprağı, yani tevazuyu kendine sıfat edin. Ben de seni dünya beylerine şah kılayım.

Su bile bulutlardan yere, sonra yerden tekrar yukarılara doğru çıkar. Buğday, çiftçi tarafından tarlaya atılır, toprağın altına kadar gider. Ama bir süre sonra yükselir, hem de dimdik ve çevik bir başak halinde…

Buğdayın canlanış sebebi yağmur ve güneş değil mi? Onlar tevazu gösterip toprağa inmişler, canlıları sulamış ve ısıtmışlar. Ekinlere, insanlara hayat vermişler. Bunun sonucunda sevinerek arşın üzerine çıkmaktadırlar.” (Hz. Mevlâna)

Ve insanlar, güneşten ışığını alabilenlerle bu karanlıktan kurtulabilecekti artık. Vaktiyle Efendimiz tarafından gökteki yıldızlara benzetilen Sahabe-i Kiram, insanlığın kurtuluşuna vesile olarak yeryüzünde yağmurların biriktirdiği sular gibi insanlar arasında bir yol bulup gideceklerdi öteler ötesine…

Ama bu yolculuk öncesinde yapılacak çok şey vardı. Taşıdıkları o nur ile nice insanlara gece karanlığındaki ay ve yıldız, kuraklık ve yokluktaki yağmur gibi yol gösterdiler, irşad ettiler. Zaman kader zemininde tamamlanınca, kendi etraflarında toplananları, Nur-u Muhammedî ile yetiştirip, Arş’ın üzerine onlar da sevinerek yükseliverdiler. Ama onların yaşadıkları, yaptıkları ve kazandıkları asla gizli kalmadı. Bu nur kandilleri için Allah Tealâ nihayet şöyle buyurdu:

“Bir takım insanlar var ki, ne ticaret ne de alışveriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin allak bullak olduğu günden korkarlar.” (Nur/37)

Ahmet Yatağan – Semerkand Dergisi

Add a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir