KARDEŞLİK

Biz, aynı babanın, Hz. Adem’in çocukları; aynı  dine inanan, aynı peygamberin şefaatine sığınan, aynı kitapla aydınlanan ve çağlardır omuz omuza yürüyen Müslümanlar, niçin kardeşlik şuurundan bu kadar uzaktayız?

Kardeşlik… Toplumda ayrılıktan, hoşgörüsüzlük ve kavgadan şikayet edilen her konuşmanın üzerinde odaklandığı kavram. Bayramlarda ve benzeri özel günlerde devlet ileri gelenlerinin, sanatçıların, iş adamlarının mesajlarının ana fikri. Partilerin, sendikaların, derneklerin yetkili ağızlarının temel vurgusu. Cuma vaazlarında, hutbelerde, vaizlerin her vesileyle cemaatine hatırlattığı birlik formülü.
Ne oldu ki, bu kadar gündemde tutulmasına rağmen bir hayal, bir ütopya olarak kalabildi kardeşlik? Bu kadar vurgulanmasına rağmen neden hâlâ hatırlatılma gereği duyuluyor? Acaba kardeşlikten söz edenlerin kendisi mi kardeş değil, kardeşlik adına kurulan cümleler mi ikna edici olmaktan uzak?
Kim hangi maksatla kardeşlik fermanları buyuruyor olursa olsun, ve o fermanlar hangi doğruluk ve yanlışlıkta olursa olsun, inanıyor ve biliyoruz ki mü’minler kardeştir. Bu Rabbimizin fermanı. Fakat ne oluyor ki biz, aynı babanın, Hz. Adem’in çocukları; aynı dine inanan, aynı peygamberin şefaatine sığınan, aynı kitapla aydınlanan ve çağlardır omuz omuza yürüyen müslümanlar kardeşlik şuurundan bu kadar uzaktayız? Neyi paylaşamadık, biribirimize ne yaptık ki kalplerimiz buz kadar soğuk?
Şimdi Allah için birisi söylesin: Niçin birbirimizle çekişeceğiz? Şeyh Sâdi Şirâzî’nin: “Aslı nedir ki, çekişmeye değsin!” dediği dünya için mi? Yoksa, Allah için sevgi ve selim kalpten başka hiç bir şeyin fayda vermediği ahiret için mi? Her ikisi için de çekişmenin bir manası yok.
Görüyoruz ki iki sınıf insan var: Birisi ehli dünya, diğeri ehlullah. Allah’a yönelmiş bir mü’minin, dünyaya tapan bir insanla didişeceği ne vardır? Kâmil mü’minin hedefi dünyaya kölelik değil, efendiliktir. Çünkü Allahu Tealâ böyle istiyor. Bu durumda zaten gönlünden çıkarmaya çalıştığı bir şey için  kavganın gereği nedir?
Aynı şekilde derdi Allah rızası olan bir mü’minin, ehlullah ile de çekişeceği bir şeyi yok. Çünkü ikisi de Allah yolundadır ve bu yolda ana sermaye ihlas ve sevgidir. Bu yola girmiş bütün fertler, birbirinin kardeşidir. “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse, (birbiriyle geçinemeyen) kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, merhamet olunasınız.” (Hucurat/9) ayetinin belirttiği gibi, mü’min kardeşlerimizi sevmekten başka çaremiz yoktur. Bu çareye bir yol bulabilmek, Allah’ın bu fermanına itaat etmek hepimizin en önemli vazifesidir.
İnsan, Allahu Teâlâ’yı tanıdığı ölçüde O’nun kullarını sevebilir. İmanı zayıf, irfanı az olan kimselerin kalbi dar olur. Bütün düşmanlıkların sebebi, kalbin Yüce Rabbinden gafil olmasıdır. Allahu Tealâ’nın sevgisi ve zikriyle hoş olan kalb sahipleri, boş davalar ve nahoş kavgalar peşine düşemezler.
Hz. Râsûlullah  (A.S.) Efendimiz’in belirttiği  gibi; “bütün halk, Allahu Teâlâ’nın nazarında bir âile  gibidir. Bu aile en hayırlıları, âile fertlerine en faydalı olanlardır” (Ebû Ya’lâ, Tabarânî). Bu âileye karşı yapılacak ilk vazife, Yüce Yaratıcının hatırına, O’nun en yüksek derecede tecellisine kavuşmuş olan ve O’nun zatına iman edip “mü’min” ismini alan kullarını sevmektir.

Sevgisiz İman Olmaz
Allah için sevilen kardeşe kin olmaz. Olursa kardeşlik olmaz. Kinin olduğu yerde iman durmaz. Müslüman, mü’min kardeşlerini sevmedikçe, Allah ve Rasulünü sevemez. Rasulullah (A.S.) Efendimizin şu ikazlarına kulak vermek zorundayız:
“Mü’min olmadıkça Cennet’e giremezsiniz. Biribirinizi sevmedikçe de iman  etmiş olmazsınız.” (Müslim, Tirmizî )
“Sizden biriniz, kendi nefsi için sevdiği ve istediği şeyleri din kardeşi için de istemedikçe (gerçek) mü’min olamaz.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)
Âlemlere rahmet olan Efendimiz (A.S.), sahabilerden Yezid b. Esed’e (R.A.):
“Yâ Yezid! Cennet’e girmek istiyor musun?” diye sordu. Yezid: “Evet!” dedi. Efendimiz (A.S.): “Öyleyse, kendi nefsin için sevdiğin ve istediğin hayırları, müslüman kardeşin için de sev ve iste!” buyurdu. (Hâkim)

Cennetlik Kalpler
Allah yolunda kim ne elde etmiş ise, kalbinin safiyeti ve gönlünün selametiyle elde etmiştir. Şu hadis-i şerife kulak verelim:
“Ümmetimin abdalleri (hal ehli olanları) ne çok namaz kılmakla, ne çok oruç tutmakla, ne de çok sadaka vermekle Cennet’e gireceklerdir. Onların Cennet’e girişleri Allah’ın rahmeti, nefislerinin cömertliği ve gönüllerinin selametiyle olacaktır.” (Beyhakî, İbn Ebi’d-Dünya). Şu hadiseyi de ibretle okuyalım:
Hz. Enes (R.A.) anlatıyor:
“Hz. Rasulullah (A.S.) ile oturuyorduk. Efendimiz (A.S.) bir ara: ‘Şimdi yanınıza Cennetlik birisi gelecektir.’ buyurdu. O esnada Ensar’dan bir adam çıkageldi. Yeni abdest almıştı; sakalından abdest suyu damlayarak ve ayakkabılarını da sol eline almış bir vaziyette yanımıza geldi, selam verdi. Ertesi gün, Hz. Rasulullah (A.S.) yine: ‘Şimdi yanınıza Cennetlik birisi gelecektir.’ buyurdu ve aynı şahıs önceki vaziyette çıkageldi. Bu hal üçüncü gün de tekrar etti. Hz. Rasulullah (A.S.) meclisten kalkınca, Abdullah b. Amr, bu  şahsın peşine düştü. Kendisine:
‘Benim babam ile aramda bir anlaşmazlık çıktı. Üç gün eve uğramayacağım diye yemin ettim. Eğer münasib görürseniz bu üç gün içinde sizinle birlikte kalmak istiyorum’ diye ricada bulundu. O da; ‘Olur’ dedi. Bundan sonrasını Abdullah b. Amr şöyle anlattı:
‘Kendisiyle üç gece beraber kaldım. Gece ibadete hiç kalkmadı. Ancak, arada bir uyandığında yatağının içinde Allahu Tealâ’yı zikrediyor ve tekbir getiriyordu. Sabah namazı olunca kalkıyordu. Bir de şu var ki, konuşurken hayırdan başka bir şey söylemiyordu. Böylece üç gün geçti. Her gecesi aynı şekildeydi. Amelini çok az buldum. Sonunda kendisine: ‘Ey Allahın kulu! Benim babamla aramda herhangi bir kızgınlık ve ayrılık yoktu, fakat ben Hz. Rasulullah’ın (A.S.) üç kere: ‘Şimdi yanınıza Cennetlik birisi gelecektir’ buyurduğunu işittim. Her defasında da sen çıkageldin. Ben de seninle birlikte kalıp ne amel işlediğini öğrenmek istedim. Fakat öyle pek fazla bir amelini göremedim. Söyler misin, seni Hz. Rasulullah’ın (A.S.) bu müjdesine ulaştıran amelin nedir?’ dedim. Adam:
‘Bu gördüğünden başka bir amelim yoktur.’ dedi. Ben dönüp giderken beni çağırdı ve:
‘Benim bu gördüğünden başka bir amelim yoktur. Ancak ben hiç bir müslümana karşı içimde kin ve hiyanetlik bulundurmam. Ayrıca, Allahu Tealâ’nın verdiği bir nimetten dolayı da hiç kimseye hased etmem.’ dedi. Ben de:
‘Evet, seni bu müjdeye ulaştıran amelin işte budur. Doğrusu buna çoklarımız güç yetiremez.’ dedim.” (Ahmed, Beğavî, Beyhakî)
Yine Hz. Enes (R.A.) anlatıyor: Allah Rasulü (A.S.) bir gün beni karşısına alıp, tatlı bir dille: “Yavrucuğum! Kalbinde hiç kimseye kin ve hased bulundurmadan sabahlayıp akşamlamaya gücün yetiyorsa, bunu yap!” buyurdu ve  devam etti: “Oğulcuğum! Bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi ihya eden beni (memnun edip) ihya etmiş, beni ihya eden de benimle birlikte cennete girmiş olur.” (Tirmizî, İbnu Mâce)
Güzel ahlâk insanda, ancak nefsin terbiye ve temizlenmesinden sonra oluşur. Nefsin temizlenmesi de ancak dinin edeb ve ahkâmına uymakla gerçekleşir. Hz. Rasulullah’ın (A.S.) edebiyle süslenmiş bir müslümanın kalbi sağlam, dili yumuşak olur. Onun işi hizmet, aşı muhabbettir. Varlığı, cemiyet için bir rahmettir. Kâmil mü’minin sevgisi de, nefreti de Allah rızası için olduğundan, o, her haliyle özeldir ve güzeldir.

Kin ve Düşmanlık Affa Engeldir
Rasul-i Ekrem (A.S.) uyarıyor:
“Her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri insanların amelleri ilahî huzura arzedilir. (Tevbe eden ve) Allah’a ortak koşmayan her mü’min affedilir; ancak mü’min kardeşiyle arasında düşmanlık bulunan kimse bırakılır. Meleklere: ‘Aralarını düzeltene kadar onları bekleyin; biribirini sevene kadar kendi hallerinde terkedin!’ denilir.” (Müslim, Mâlik, Beğavî)
İLAÇ
Sevginin kaynağı Allahu Tealâ’dır. Sevgide zorlama olmaz. Kalb, ancak Allah’ın özel rahmet ve yardımıyla başkalarını karşılıksız sevebilir. Kin, kibir ve hased ile hasta olmuş bir kalp sadece sevgi ve zikirle yumuşayıp açılabilir. Allah için sevgi, para pul ile olmaz. Çünkü: “Rasulüm şayet sen, yeryüzünde bulunan her şeyi (bütün dünyayı) harcasan, onların kalplerini birbirine ısındıramazdın. Fakat Allah onların arasını (tarafından bir rahmet ve sevgi ile) birleştirdi” (Enfal/63) ayeti, bu işi ilahî rahmetten başkasına vermiyor. Bunu Allah’tan istemeli ve samimi  olmalı. Ayrıca bazı tedbir ve yollar vardır ki, onlarla da bir derece kalpte yumuşama olur, sevgi oluşur. Bunun için kalplerin tabibi Rasul-i Kibriya (A.S.) Efendimiz, şu usülleri tavsiye etmiştir:
“Size, yaptığınız zaman, birbirinizi seveceğiniz bir amel söyleyeyim mi? Birbirinize bolca selam verin.” (Müslim, Tirmizî, İbnu Mâce)
“Mü’min kardeşlerinizle musafaha edin ki aranızdaki düşmanlık gitsin. Hediyeleşin ki,  birbirinizi sevesiniz ve içinizdeki kini temizleyesiniz.” (Malik)
“Birbirinize hediye verin. Şüphesiz hediye, muhabbeti artırır, kalbi kin ve düşmanlıklardan arındırır.” (Tabarânî, Heysemî)
Her derdin bir dermanı vardır, arayan bulur, bulan sıkıntıdan kurtulur. İşte bir örnek:
Velilerden Ebu Bekr el-Kettanî (K.S.) anlatıyor:
“Bir adam bana arkadaş oldu. Kalbimde ona karşı bir ağırlık ve sıkıntı vardı. Bu halin kalbimden gitmesini düşünerek, kendisine bir şeyler hediye ettim ama gitmedi.
Bir gün onunla yalnız kalmıştım, kendisine: ‘Ayağını yanağıma koy!’ dedim, bundan kaçındı. Kendisine ‘bunu mutlaka yapacaksın!’ dedim. O da yaptı ve böylece kalbimde kendisine karşı hissettiğim o düşünce kaybolup gitti.” (Kuşeyrî, Risale; Sühreverdî, Gerçek Tasavvuf)
Allah için sevenlere selam olsun.

Muhammed Emin GÜL – Semerkand Dergisi

Add a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir