Her İnsan Fıtrat Üzere Doğar
Her İnsan Fıtrat Üzere Doğar
Bu hâllerin peygamberlere mahsus olduğu zannedilmesin. Zira, bütün insanların cevheri, fıtratta [yaratılış, karakter] buna uygundur. Şöyle ki: Hiçbir demir yoktur ki, kendisinden saf hâlinde iken âlemin görüntüsünü içine alan bir ayna yapılmasın.
Ancak pas, onun cevherine işler ve onu ziyan eder. Bunun gibi, dünya hırsı, şehvet ve günahların galib geldiği ve yerleştiği bir kalb, buna kavuşamaz. Kir ve pas derecesine iner. Böylece bu liyâkat [uygun olmak] ve uygunluğu gider. Hadis-i şerifte, «Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra babaları ve anneleri onları Yahudi, Hıristiyan ve Putperest yaparlar» (1) buyuruldu.
Bu liyâkatin umumî olduğunu Allahü Teâlâ şöyle haber veriyor: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Hepsi, ‘Elbette şehâdet ederiz ki, Sen bizim Rabbimizsin!..’ dediler» (2).
Şöyle ki: Aklı olan bir kimseye birisi dese ki: «İki, birden çok değil midir?». Cevabında, «Şüphesiz çoktur» der. Her ne kadar aklı olan kimse bunu kulağıyla hiç duymamış olsa da, dili ile hiç söylememiş olsa da, içi bununla doludur, bunu tasdik ve kabul etmektedir. Bu, insanların fıtratında olduğu gibi, Allahü Teâlâ’yı bilmek de aynı fıtrattandır.
Şöyle ki: Allahü Teâlâ buyurur: «Eğer kâfirlere, gökleri ve yerleri kim yarattı diye sorarsan, onlar, Allah yarattı diyeceklerdir» (3). Diğer bir âyet-i kerîmede, «Allah’ın fıtrat dinine yönel. Allah insanları o fıtrat üzerine yaratmıştır.» (4) buyuruluyor.
Bu, aklî deliller ve tecrübe ile de bilinmektedir. Sadece peygamberlere mahsûs değildir. Zira, peygamber de, bir insandır. Âyet-i kerîmede, «De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim [insanım]» (5), buyuruldu.
Fakat kendisine bu yol açılan kimseye, eğer bütün insanların kurtuluşunu gösterirlerse, kendisine gösterilen yola insanları çağırır, davet ederse, kendisine gösterilen bu yola Şeriat denir. O kimseye de peygamber denir. Ondan hâsıl olan hâllere mucize denir.
İnsanları davetle meşgul olmazsa, ona velî denir. Hâllerine de keramet denir. Keramet sahibi olan her velînin, insanlarla ve davetle meşgul olması vacip değildir. Belki, kudret-i Hak onun davetle meşgul olmaması yolundadır. Fakat bu şeriatın kuvvetli ve yeni olduğu, başkalarının dâvetine lüzum kalmadığı zamanlar için doğrudur. Yahut da davetin başka bir şartı vardır ki, bu, velide yoktur.
O hâlde, evliyanın velayetine [velilik] ve kerametine itikadın sağlam olsun. Biliniz ki, ilk yapılacak iş mücâhededir. [Nefse, istemediklerini yaptırmak, çok ibadet yapmak gibi]. İrâde, istek burada işe yarar.
Fakat her eken biçemez, her giden ulaşamaz, her arayan bulamaz. Şu kadar var ki, daha kıymetli olan işin, şartları da [elde edilme yolları] çoktur. Onu bulmak daha güçtür. Bu ise, marifet makamında insanın en şerefli derecesidir.
Mücâhede etmeksizin —bu yollardan geçmeden ve pişmeden—, bir mürşid [yol gösterici] olmaksızın, bunu istemek doğru olmaz. Bu ikisi olur, fakat bir uygunsuzluk varsa yahut ezelde o kimseye bu saadeti nasîb etmemişler ise, maksadına kavuşamaz. Zahirî ilimlerde imamlık derecesine kavuşmak ve bütün ihtiyârî [kendi isteği ile] olan işler de böyledir.
(1) H. Cenâiz, 80, 30.
(2) 7 – A’râf; 172.
(3) 31 – Lokman: 25.
(4) 30 – Rûm: 30.
(5) 18 – Kehf: 110, 41
İmam Gazâli- Kimyâ’yı Saadet