Uzundur Dostluğun Kolları

Bazı kavramlar, bazı hasletler usulca çekiliyor dilimizden, hayatımızdan. Modern hayatın hayhuyu içinde gözümüzden gönlümüzden kaçan kavramları, hasletleri yeniden çağıramaz mıyız?

Yeni uygarlık ve yeni hayat sunduğu büyülü imkanların yanı sıra insanı bölüyor, parçalıyor, yalnızlaştırıyor. Ürettiği yalnızlığı da “bireycilik”, “özgürlük” diye kutsallaştırarak dokunulmaz kılıyor. İnsan, özgürlüğün de hürriyetin de kölesi, kendi hayatının nesnesi oluyor.

Devlet, yasalarını nasıl dokunulmaz kılıyor ve kendini korumaya alıyorsa, yeni insan da arzularını dokunulmaz kılıyor. Artık hakikat nüfuz edemiyor bu insana ve artık bu insan kendini hakikatin yegane ölçüsü sayıyor. Ruhun sıkışmış sesini boğuyor insan. Kutsal olanı dışladıkça, üretim araçlarından bir araç oluyor. Bu yeni dünyada “verem olmak üretimi düşürür.”

Tutunacak dallarımız, koruyucu hayatlarımız olmalı. Yitiklerimizi, elimizden alınanları aramamız, bulmamız gerekiyor. Dostluğu mesela. Geri çağıramaz mıyız dostluğu? Derinliklerimizde, yüreklerimizin kuytusunda hazır, kıvılcım bekleyen közü ateşleyemez miyiz dostlukla? Hem, yükte ve pahada hafiftir dostluk. Kendi ağırlıklarımızı attığımız an ulaşabileceğimiz yerde, ulaştığımızda kolayca kaldırabileceğimiz ağırlıktadır. Hem, büyük projeler, büyük servetler, milyon dolarlık yatırımlar, büyük insan kaynakları da gerekmiyor dostluk için. Uzanmak yetiyor.

İnsana ait imkanların tükenmemiş olması gerekiyor. Tükenmemiştir. Verilen “mühlet” dolmadıysa yapacak şeyler olmalı mutlaka.  “Mühlet” dolmadığına göre yapacak çok şey vardır. Daralan dünyamızın sınırlarını dostluk genişletebilir pekalâ. Uzundur kolları dostluğun; ihanet etmedikçe kısalmaz. Hepimizi sarıp sarmalayabilir. Tutunabiliriz ona. Kavramlardan bir kavram, temalardan bir tema değil dostluk. En iyisi de, bir teorisinin olmaması. Kalkıp gitmek gibi, kucaklaşmak gibi, bir ziyaret gibi, sıcak bir selam gibi, bir hediye, bir tebessüm gibi. Büyük sözler, büyük tasarımlar gerekmiyor bunun için. Dahası, tasarlanmış, hesaplanmış yerlerde durmuyor, barınmıyor dostluk.

“Önce refik sonra tarik” denmiştir. Önce, yol arkadaşı sonra yol. “Kişi dostunun dini üzeredir” buyurmuştur Efendimiz Aleyhisselam. Öyledir, kesinlikle öyledir. Ve “kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurmuştur  Burada ve orada, beride ve ötede beraberdir. Dostların beraberliğinden nice güzellikler doğacaktır, nice güzellikler. Dostluğun getirdiği birlikteliğin, yünden ve topraktan nasıl antikalar, saraylar çıkardığını ne güzel anlatır Mevlâna: “Yün, akıllı bir kimse ile bir arada bulunmakla bu kadar güzel, nakışlı bir yaygı (halı-kilim) haline geldi ve toprak da böyle güzel bir saray oldu. Akıllının sözü, sohbeti cansız cisimlere bu kadar tesir ederse, müminin müminle sohbeti bak ki nasıl bir eser meydana getirir.”

Mimar Sinan’ın elinde, toprak bildiğimiz toprak olmaktan, taş bildiğimiz taş olmaktan çıkıyor. Isfahan’da, Uşak’ta, Ladik’te, Bünyan’da mahir bir halı sanatkârının elinde yün, yün olmaktan çıkıyor. Madem yakınıyoruz bu hayattan, bu toplumdan, bu dünyadan, bir şeyler yapalım. Kurduğumuz kooperatif evler kadar olsun inanalım sonuç alınacağına. Ki zaten, bütün sonuçları da almamız gerekmiyor.

Dostluğun ahlâk temelleri vardır, hukuk temelleri vardır. Beraberinde bir ahlâk getirir, bir hukuk taşır. Bu ahlâk, bu hukuk aramamız gereken yegâne şey olabilir. Kur’an-ı Kerim’de hem dostluk anlatılır, hem dost gösterilir. Bir çok yerde, “Allah’ın inananlara dostluğu”ndan söz edilir. “İnsanların Allah’a dostluğu”ndan, “Müminlerin müminlere dostluğu”ndan söz edilir. Ve insanların şeytanla dost olmamaları emredilir. Ve dostluğun nerelere uzandığı ve  nispet noktası belirlenir. “Sizin dostunuz Allah, O’nun elçisi ve iman edenlerdir.” (Maide/55)

Dost, “velî” ve “refik”tir. Dost, “halil”dir. “Dostluk Üzerine” bir ömür konuşmasıyla bu topraklarda hakikatin yeşermesi için gayret sarf eden Fethi Gemuhluoğlu’nun hatırlattığı gibi: “Dost, ol kişidir ki, yâr-ı gardır, kucağında mübarek bir emanet vardır” mağarada dostun ayağını yılan sokacak olduğunda topuğunu yılan deliğine dayayandır. Mekke’de Rasulullah’ın yatağına uzanıp yorganı başına çekendir. Tekrar hatırlayalım: “Sizin dostunuz Allah, O’nun elçisi ve iman edenlerdir.” Gönülleri kaynaştıran Allah’tır. (Hucurat/10)

Dostluk, muhabbettir, sevgidir. Sohbettir dostluk, adalettir, hukuktur. Bireyselleşmeyi “özgürlük” ve “hürriyet” olarak takdim eden batılı hayat biçimi dostluğun temellerini, nisbet noktasını yitirmiştir. Toplumun çözülmesi de buradan başlamıştır. Modern insan ülfeti, ünsiyeti, muhabbeti kaybetmiştir. Bireyselliği seçen insan dostluğa ihtiyaç duymayacaktır. Amerikan filmlerinde olduğu gibi diyecektir ki: “bu benim hayatım.” Hayatının merkezinde kendisi, arzuları olduğundan dostluğa gerek duymayacaktır. Burada sevgi metalaşmıştır, alınıp satılan bir şeydir. Sözlüklerde, ansiklopedilerde, filmlerde kendine yer bulabilir, ama hayatı ısıtamaz, bürüyemez, kuşatamaz.

Sevgi ve dostluk kavranmadan Ensar ve Muhacir dayanışması anlaşılamaz. Ahlâkiyatçıların, sosyal psikologların da belirttiği gibi; “toplumlar, sevgi sayesinde kaynaşır, bütünleşir.” Ve “insanlar adalet sayesinde bir arada, birlikte yaşar.” Bunu sağlayacak sevgi ve dostluk aranmalı, bulunmalı, sahiplenilmelidir. Bugün olduğu gibi, özünü yitirmiş, tanımsız ve soyut bir sevgiden  yola çıkılarak dostluğa varılamaz. Sevgiye de bir nisbet noktası gerektir. Niçin sevdiğini bilmesi gerekir insanın. Fihi Mafih’te Mevlâna, “dostun yüzü hastanın şifasıdır” diyor. Ve “münafık dahi müminlerin arasında otursa, onların arkadaşlığının tesiriyle mümin olur” diyor.

Çünkü sevgi, insanı şah damarından yakalayabileceğiniz yegâne yoldur.

Ve unutmayın, uzundur sevginin yolları

Ve uzundur dostluğun kolları.

Çok uzun…

Alişan Genç – Semerkand Dergisi

Add a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir