Fudayl b. İyaz (R.A.)

Fudayl b. İyaz (R.A.)

Fudayl bin İyaz önceleri eşkiyalık yapan ve sonra tövbekar olan bir evliyadır.  Ebiverd kasabasının Ferdin köyünde büyüdü. 107’de (725) doğdu. Temîm kabilesinin Yerbû‘ boyundandır.. Başka bir rivayete göre ise aslen Buhara’lıdır. Ailesi hakkındaki rivayetlerden Arap asıllı olduğu anlaşılmaktadır. Tahsilini yerleştiği Kufe şehrinde yaptı. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin sohbetlerine iştirak ederek ilim tahsil etti ve hadis rivayetinde bulunacak kadar ilimde derinleşti. Halife Harun Reşid de onun sohbetinde bulunmuştur. Ömrünün sonuna doğru Mekke’ye yerleşti ve orada  h.187/m. 803 yılında vefat etti.

Eşkiyalıktan Evliyalığa Fudayl b. İyaz

Bugün menkıbelerini ibret ve hayretle okuduğumuz nice büyük zat, yaşadıkları büyük dönüşüm sonucunda maneviyat semamızda birer yıldız oldular. Kimi İbrahim Edhem gibi dünya sarayını terk edip gönül saraylarında padişah oldu. Kimi de Fudayl b. Iyaz gibi eşkıyalıktan evliyalığa terfi etti. Bu dönüşümün adı tevbedir. Herkesi arındırmaya yetecek kadar büyük bir okyanus olan tevbe.

Tevbekârların medar-ı iftiharı, verâ ve irfan deryası Ebu Ali Fudayl b. İyaz (Rh.A.), iki cihandan yüz çeviren şeyhlerin büyüklerinden olup, himmet ve fütüvvet ehli bir sufi idi. Merv, Kufe veya Horasan’lı olduğuna dair değişik görüşler var.

Fudayl b. İyaz, Merv ile Ebiverd arasında eşkiyalık yapardı. Fakat tabiatı hayır ve salaha meyilli idi. Soygun yaptığı kafilede bir kadın bulunacak olsa ona ilişmez, fakirin malını gasbetmezdi. Sahranın ortasında bir çadırı vardı. Adamları soydukları her kafilenin malını önüne getirirler, o da dilediğini kendine ayırırdı.

Bir gün muazzam bir kervan çıkageldi. Eşkiyalar kervanın gelmekte olduğunu fark edip hazırlık yaptılar. Kervanla birlikte gelen bir kişi haramilerin sesini işiterek, kafiledeki ağaya haber verdi. Ağa da haramilerden gizlemek için yanındaki altınları alıp çöle açıldı. Orada bir çadır gördü. Çadırda sırtına aba giymiş biri oturuyordu. Bu Fudayl’dan başkası değildi.

Durumdan haberdar olmayan ağa altınları ona emanet etmek istedi. Fudayl altınları çadırın içinde bir köşeye koymasını söyledi. Ağa da altınları bırakıp geri döndü. Kervanın yanına varınca haramilerin bütün kervanı soyduğunu gördü. O da geriye kalan bir kaç eşyasını toplayıp, çadırın yolunu tuttu.

Oraya vardığında bir de ne görsün! Eşkiyalar oturmuş malları taksim ediyorlardı. Adamcağız bir ah çekti ve, “demek altınlarımı haramilerin eline teslim etmişim!” diye hayıflandı. Geri dönmek isterken Fudayl onu gördü ve “gel!” diye seslendi. Oraya varınca Fudayl, “senin burada ne işin var?” diye sordu. Ağa: “Emaneti almak için gelmiştim de…” dedi. Fudayl, “nereye koyduysan git oradan al.” dedi. Adam gitti ve altınları koyduğu yerden aldı. Yoldaşları Fudayl’a: “Biz bu kervanda hiç nakit bulamadık, sen ise bunca nakdi iade ediyorsun!” dediklerinde Fudayl:

– “O, hakkımda hüsnüzan besledi ve ben de Allahu Tealâ hakkında hüsnüzan besliyorum. Ben onun hakkımdaki hüsnüzannını doğru çıkardım. Ola ki Allahu Tealâ da benim kendisi hakkındaki hüsnüzannımı doğru çıkarır.”

Naklederler ki, Fudayl (Rh.A.) ilk zamanlarında bir kadına aşık olmuştu. Eşkiyalıktan her ne elde ederse ona gönderirdi. Zaman zaman da yanına gider konuşur, ağlardı. Bir defasında yine akşama kadar gönül eğlemiş, tırmandığı duvar üzerinde kadınla muhabbet ediyordu.

Bu esnada oradan geçmekte olan kervanda bulunan bir hafız şu mealdeki ayeti okur: “Allah zikredildiği zaman, iman edenlerin kalplerinin saygıyla yumuşayacağı zaman halâ gelmedi mi?” (Hadid/16)

Okunan bu ayet bir ok gibi Fudayl’ın yüreğine saplanır. Ta derinden yaralar. “Geldi, geldi… Hatta geçti bile!” diye söylenir. Şaşkın ve mahcup olur, yerinde duramaz. Günahlarına içten bir şekilde tevbe eder. Bundan sonra ağlaya ağlaya, diyar diyar gezerek, haksızlık yaptığı kişilerden af ve helallik diler.

Fudayl, işte böyle mahcup ve mahzun dolaşırken, Ebiverd’de onu gören bir Yahudi, kendi yoldaşlarına: “İşte şimdi Muhammedîler ile eğlenmenin zamanı geldi.” der. Sonra Fudayl’a, “eğer sana hakkımı helal etmemi istiyorsan, falan yerdeki filan kayalık tepeyi kaldır, yerini dümdüz et.” diye bir şart ileri sürer.

Tepe gayet büyüktür. Fudayl, bu tepeyi gece gündüz demeden kazmaya başlar. Nihayet bir seher vakti bir rüzgar çıkar. O rüzgar, kayalık tepeyi yerinde hiçbir şey yokmuş gibi dümdüz bir hale getirir. Bu manzarayı gören Yahudi bu defa, “malımı iade etmedikçe hakkımı sana helal etmeyeceğim, diye and içmiştim. Benim şu yastığın altında altınlarım var. Şimdi, sana hakkımı helal edebilmem için onları al bana ver.” der. Aslında yastığın altına çakıl taşı vardır ve maksadı da Fudayl’ı denemektir. Ama Fudayl, elini yastığın altına sokarak bir avuç altın çıkarıp Yahudi’ye verir. Bu defa Yahudi, “sana hakkımı helal etmeden evvel bana İslâm’ı arzet.” der. Fudayl, “bu ne hâl böyle?” deyince Yahudi: “Ben seni imtihan ettim, aslında yastığın altında çakıldan başka bir şey yoktu. Elinde çakılın altın olduğunu görünce anladım ki, samimisin ve dinin de haktır.” der ve Müslüman olur.

Fudayl b. İyaz (R.A.), daha sonraları hanımıyla birlikte Mekke’ye gitti. Orada evliyanın halkasına katıldı. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin sohbetlerine iştirak ederek ilim tahsil etti ve hadis rivayetinde bulunacak kadar ilimde derinleşti.

Eski eşkıya Fudayl, sonraki hayatında artık bir hikmet, marifet ve hakikat pınarıdır. Mekkeliler yanına gelip sohbetinde bulunmaya gayret ediyorlardı. Kerametleri herkes tarafından biliniyordu. Uzak mesafelerden onu ziyarete gelenlerin haddi hesabı yoktu. Halife Harun Reşid de sohbetinde bulunmuştu.  h.187/m. 803 yılında vefat etti.

(Kuşeyrî Risalesi, Keşfu’l-Mahcub, Tezkiretü’l-Evliya, Nefahat, Vâkıât-ı Üftade)

Mustafa Bahadıroğlu – Semerkand Dergisi

Add a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir