Takva Diliyle Konuşmak
Takva Diliyle Konuşmak
“Allah’tan ittika ederek konuşan kimse, Allah’tan ittika ederek susan kimseden hayırlıdır.”
Bu söz, Sahabe’den elli kişiye yetişmiş ve kendilerinden ilim almış, duası kabul gören büyük abid Tâvus b. Keysân’a ait. Hiç şüphe yok ki, ilim ile takvayı aynı potada eritmesini bilmiş büyük bir insanın dilinden dökülen ışıl ışıl bir hikmet incisi.
Şüphesiz ki buradaki “konuşma”, günlük konuşma, faydalı-faydasız demeden diline geleni söyleme değil. İlimle konuşma, ilmi yayma, nasihat etme ve fetva verme anlamında.
Bu söz, ilimle donanmış olan ve ilmini başkalarının istifadesine sunan takva ve zühd ehli kimselerin, yine ilimle donanmış olduğu halde ilminden başkalarını istifade ettirmeyen ve bu anlamda insanlara bir faydası dokunmayan kimselerden daha üstün olduğunu da anlatmamaktadır sadece. Bu sözde, takva ve zühd ehlini ilim öğrenmeye ve öğrendiklerini takva süzgecinden geçirerek başkalarına aktarmaya teşvik de vardır.
Esasen takva ehli alimler azaldığı veya sustuğu için meydanın takvadan yoksun kimselere kalması, sorumluluğun sadece o takva ehli alimlerin omuzlarında bulunduğu anlamına gelmez. Bu durum, bütün bir toplumun kaderini ve geleceğini ilgilendirdiği için daha büyük çaplı olumsuzluklara kapı açar.
Nitekim İzzet Molla bu durumu şu meşhur beyitle ifade eder:
“Meşhurdur, fısk ile olmaz cihan harab,
Eyler ânı müdahane-i âlimân harab.”
Bu beyitte cihanı harab edeceği söylenen “müdahane-i âlimân”, alimlerin dalkavukluğu demektir. Yazık ki takva ehli alimlerin boş bıraktığı meydanı böyle kimselerin doldurduğu her zaman müşahede edilegelen bir durumdur.
Bugün Müslümanlar olarak yaşadığımız bunca olumsuzluğun temeline inildiğinde karşımıza ilk çıkacak olan, müttaki, sorumluluğunu bilen ve ilimde ehliyetli olan kimselerin ya azlığı veya yeterince etkili olamayışıdır.
Takva ehli alim konuştuğu zaman hakkı söyleyecek, neyi ne zaman ve nasıl konuşması gerektiğini hesap ederek davranacak ve ağzından çıkan her sözün bir hesabı bulunduğunu bildiği için inceden inceye düşünerek konuşacaktır.
Öte yandan takva ehli alim, bildiklerini önce kendi hayatında tatbik eden kişi olması dolayısıyla, diğer insanlarda daha büyük tesir meydana getirecek ve o kişi hem “hal”iyle, hem de “kâl”iyle örnek bir şahsiyet olarak toplumu “sırat-ı müstakim”e sevkedecektir…
Murat Hafızoğlu